ATATÜRK EVİ
1. Dünya Savaşı sırasında, savaş planlarını yapmasında kullanmak ve konaklaması için, Bigalı köyü muhtarı (savaş öncesi adı Çamyayla köyü) kendi evini Atatürk'e bağışlamıştır.
Savaş kazanılıp Cumhuriyet kurulduğundan beri de bu ev köyde müze halindedir. Aşağı meydanda, ninemin (babamın anneannesi) evinin tam karşısındaki köy çeşmesinin solundaki yola girince az ilerde sağdaki ev, benim için "sarı ev"... Avlusu ve bahçesi ile son derece şirin bir ev...
Eskiden yani ben çocukken sanırım Salı ve Pazar günleri ziyaretçi günüydü ama şimdi hergün ziyarete açıkmış. Bigalı Köyü son yıllarda tarihi koruma altına alındı, köydeki eski yatılı kız okulu şu an müze halinde, gerçekten çok şirin. Savaşta kullanılan birçok malzemeyi görebilirsiniz. Savaş mermilerinden eritilip yapılmış üzeri dualı yüzükler mevcut, sadece 1 TL'ye satılıyor. Yukardaki meydanda köy kahvesinin karşısında tam yeri. Köyün kahvesi bile abartmayım ama, günümüz deyimiyle "tarz değiştirmiş :)". En son 2010 Kasım'ında köyümüzü ziyaret ettiğimde, babamla uğramıştık, kahvenin sahibi "marı taa neeeleeeden geliyolar be yaw buraya kaavemi içmeye, ecneebiilee de geeelliyoo" diye anlatıyordu babama. Köy tarihi koruma altına alındıktan sonra yaz kış epey bir ziyaretçi akınına uğruyormuş. Toplu ziyaretler, TV çekimleri falan. Açıkçası bu değişimden köy halkı çok memnun. Zaten denize kıyısı olan köyler her zaman daha modern ve değişime açıktır. Gerçi Bigalı Köyü denize 2,5 km uzaklıkta ama toprağından olmalı ki Çanakkale insanı hep açık fikirlidir.
Ben uzun yıllar sonra gittiğimde, köyün yeni tarihi ve mistik, biraz da turistik havasını çok beğenmeme rağmen, eski halini göreceğim sanarak, biraz hayal kırıklığına uğradım tabii.
Bergüzar yengem haklı olarak evi daha konforlu ve yaşanılır hale getirmek için bazı değişiklikler yapmış, ama ben tabii o ninemle geçirdiğim çocuk günlerimdeki evi aradım. Evin karşısında, bahsettiğim, şimdi kuruyan, başı sökük, öylece ölü gibi duran köy çeşmesini aradım...
Köy çeşmesi deyip geçmemeli, şu an düşünüyorum da, kaç profesyonel kare fotoğraf, kaç muazzam hikaye çıkar ordaki tek günlük hayattan bile. Köyün tüm yaşanmışlıklarını akan su alıp götürür taşır diğer evlere, o yüzden köyde her yaşananda herkesten bir sebep bulunur, herkesden haberdar olunur, köyün taşından toprağından, hatta havasından medet umulur. Akan su durunca sanki tüm yaşanmışlıkları da buharlaştırmış, yok etmiş gibi geldi, öyle kupkuru tek taş halinde dikili durunca karşımda...
Evin ön tarafı aslında dedelerden kalma dükkandan bozma kocaman bir odaydı. Haliyle yapısı değişikti. Eskiden alışverişi kolaylaştırmak üzere yapılmış, taştan kol ve eşya koyma tezgahı diyebileceğimiz ama İngiliz evlerinde yaygın olan"windowseat" denilen, üzerine rahat şilte atıp oturup yatabileceğimiz pencere önü yeri, cephesi yola yani köyün meydanına bakan, kocaman pencereleri olan bir oda. Pencere boyunca bir duvardan karşı duvara kadar uzanan sedir. Ninemle oturduğumuz, bana bildiğim tüm masalları, sıkça Atatürk'ü anlattığı, bir yandan da çeşme başına gelenleri, yoldan geçenleri izlediği, laf yetiştirdiği, bana 18'lik genç kız gibi dedikodularını yapıp kendi kendine çok güldüğü, hatta sıkça yoldan çevirip, pencere önü sohbeti ve eğlenceleri yaptığımız, sadece bir odadan çok köyün ortak buluşma yeri, günümüz 'cafe'siydi.
Bigalı Köyü benim için çocukluğumun en güzel zamanlarının bir kısmı demek, ama aynı zamanda ninem demek, tarih demek, daha okula gitmeden kitaplarda yazmayan, kitaplardan asla öğrenemeyeceğimiz, yaşayan birinci el tarihten direkt kalbime, beynime ve ruhuma kazınan Atatürk sevgisi demek.
Ninem hayatımda tanıdığım, en neşeli, şaşırtıcı, Türkçe tam karşılığı ile akıllı, yani ileri görüşlü, zeki ve hayat dolu bir kadındı. O'nu ve O'nunla yaşadığım anlarımı buraya da kelimelere de sığdırmak güç.
Bana herzaman Atatürk ile ilgili kitaplarda yazmayan birçok şeyi anlatırdı. İyi ki 20 yıl önce 96 yaşında hayata gözlerini yumdu da bugünlerin Cumhuriyet'ini kaybetmiş Türkiye'sini görmedi, evvelezel neşesini kaybetmedi, paşasına, askerine, komutanına kavuştu, sevdiklerinin yanına göçtü gitti...
Böyle yaşayan bir tarihi, harika bir ruhu tanımış olmak gerekmiyor Atatürk'ü sevmek için ve Atatürk'ün yüceliğini, başarısını kabullenmek için. Çanakkale'ye veya Biga Köyü'ne gittiğinizde o savaşın izlerini, kalıntılarını görüp, birkaç insanla konuştuğunuzda bile anlayabiliyorsunuz bu vatan nasıl kazanılmış, neler feda edilmiş, mezarı olmayan yüzlerce dedemiz, Kürt'le Türk nasıl yanyana seve seve canını feda etmiş tek bir vatan için.
Bigalıköyü ve Atatürkevi "henüz" serbest ve açıkken gidip görmenizi, çocuklarınızı götürmenizi tavsiye ederim ;) bu yeni Türkiye'de herşey günübirlik iken, köklerimizi hatırlamamıza ve çocuklarımıza anlatabileceğimiz hala somut birşeyler varken ve yaşanabiliyorken, özellikle milli bayramlarda mutlaka o havayı yaşamanızı tavsiye ederim.
Savaş kazanılıp Cumhuriyet kurulduğundan beri de bu ev köyde müze halindedir. Aşağı meydanda, ninemin (babamın anneannesi) evinin tam karşısındaki köy çeşmesinin solundaki yola girince az ilerde sağdaki ev, benim için "sarı ev"... Avlusu ve bahçesi ile son derece şirin bir ev...
Eskiden yani ben çocukken sanırım Salı ve Pazar günleri ziyaretçi günüydü ama şimdi hergün ziyarete açıkmış. Bigalı Köyü son yıllarda tarihi koruma altına alındı, köydeki eski yatılı kız okulu şu an müze halinde, gerçekten çok şirin. Savaşta kullanılan birçok malzemeyi görebilirsiniz. Savaş mermilerinden eritilip yapılmış üzeri dualı yüzükler mevcut, sadece 1 TL'ye satılıyor. Yukardaki meydanda köy kahvesinin karşısında tam yeri. Köyün kahvesi bile abartmayım ama, günümüz deyimiyle "tarz değiştirmiş :)". En son 2010 Kasım'ında köyümüzü ziyaret ettiğimde, babamla uğramıştık, kahvenin sahibi "marı taa neeeleeeden geliyolar be yaw buraya kaavemi içmeye, ecneebiilee de geeelliyoo" diye anlatıyordu babama. Köy tarihi koruma altına alındıktan sonra yaz kış epey bir ziyaretçi akınına uğruyormuş. Toplu ziyaretler, TV çekimleri falan. Açıkçası bu değişimden köy halkı çok memnun. Zaten denize kıyısı olan köyler her zaman daha modern ve değişime açıktır. Gerçi Bigalı Köyü denize 2,5 km uzaklıkta ama toprağından olmalı ki Çanakkale insanı hep açık fikirlidir.
Ben uzun yıllar sonra gittiğimde, köyün yeni tarihi ve mistik, biraz da turistik havasını çok beğenmeme rağmen, eski halini göreceğim sanarak, biraz hayal kırıklığına uğradım tabii.
Bergüzar yengem haklı olarak evi daha konforlu ve yaşanılır hale getirmek için bazı değişiklikler yapmış, ama ben tabii o ninemle geçirdiğim çocuk günlerimdeki evi aradım. Evin karşısında, bahsettiğim, şimdi kuruyan, başı sökük, öylece ölü gibi duran köy çeşmesini aradım...
Köy çeşmesi deyip geçmemeli, şu an düşünüyorum da, kaç profesyonel kare fotoğraf, kaç muazzam hikaye çıkar ordaki tek günlük hayattan bile. Köyün tüm yaşanmışlıklarını akan su alıp götürür taşır diğer evlere, o yüzden köyde her yaşananda herkesten bir sebep bulunur, herkesden haberdar olunur, köyün taşından toprağından, hatta havasından medet umulur. Akan su durunca sanki tüm yaşanmışlıkları da buharlaştırmış, yok etmiş gibi geldi, öyle kupkuru tek taş halinde dikili durunca karşımda...
Evin ön tarafı aslında dedelerden kalma dükkandan bozma kocaman bir odaydı. Haliyle yapısı değişikti. Eskiden alışverişi kolaylaştırmak üzere yapılmış, taştan kol ve eşya koyma tezgahı diyebileceğimiz ama İngiliz evlerinde yaygın olan"windowseat" denilen, üzerine rahat şilte atıp oturup yatabileceğimiz pencere önü yeri, cephesi yola yani köyün meydanına bakan, kocaman pencereleri olan bir oda. Pencere boyunca bir duvardan karşı duvara kadar uzanan sedir. Ninemle oturduğumuz, bana bildiğim tüm masalları, sıkça Atatürk'ü anlattığı, bir yandan da çeşme başına gelenleri, yoldan geçenleri izlediği, laf yetiştirdiği, bana 18'lik genç kız gibi dedikodularını yapıp kendi kendine çok güldüğü, hatta sıkça yoldan çevirip, pencere önü sohbeti ve eğlenceleri yaptığımız, sadece bir odadan çok köyün ortak buluşma yeri, günümüz 'cafe'siydi.
Bigalı Köyü benim için çocukluğumun en güzel zamanlarının bir kısmı demek, ama aynı zamanda ninem demek, tarih demek, daha okula gitmeden kitaplarda yazmayan, kitaplardan asla öğrenemeyeceğimiz, yaşayan birinci el tarihten direkt kalbime, beynime ve ruhuma kazınan Atatürk sevgisi demek.
Ninem hayatımda tanıdığım, en neşeli, şaşırtıcı, Türkçe tam karşılığı ile akıllı, yani ileri görüşlü, zeki ve hayat dolu bir kadındı. O'nu ve O'nunla yaşadığım anlarımı buraya da kelimelere de sığdırmak güç.
Bana herzaman Atatürk ile ilgili kitaplarda yazmayan birçok şeyi anlatırdı. İyi ki 20 yıl önce 96 yaşında hayata gözlerini yumdu da bugünlerin Cumhuriyet'ini kaybetmiş Türkiye'sini görmedi, evvelezel neşesini kaybetmedi, paşasına, askerine, komutanına kavuştu, sevdiklerinin yanına göçtü gitti...
Böyle yaşayan bir tarihi, harika bir ruhu tanımış olmak gerekmiyor Atatürk'ü sevmek için ve Atatürk'ün yüceliğini, başarısını kabullenmek için. Çanakkale'ye veya Biga Köyü'ne gittiğinizde o savaşın izlerini, kalıntılarını görüp, birkaç insanla konuştuğunuzda bile anlayabiliyorsunuz bu vatan nasıl kazanılmış, neler feda edilmiş, mezarı olmayan yüzlerce dedemiz, Kürt'le Türk nasıl yanyana seve seve canını feda etmiş tek bir vatan için.
Bigalıköyü ve Atatürkevi "henüz" serbest ve açıkken gidip görmenizi, çocuklarınızı götürmenizi tavsiye ederim ;) bu yeni Türkiye'de herşey günübirlik iken, köklerimizi hatırlamamıza ve çocuklarımıza anlatabileceğimiz hala somut birşeyler varken ve yaşanabiliyorken, özellikle milli bayramlarda mutlaka o havayı yaşamanızı tavsiye ederim.