Wednesday, April 29, 2015

ATEŞ ve BALIK


Aşk ateşken sudan çıkmış balık olmak mıdır,
Yoksa suda balık olup, alık alık birine tutulmak mıdır?


Aşkın rengi kırmızı mıdır, yoksa derin mavi midir?

Bir balık için hayatın anlamı derin mavi iken,
Sahi maviden başka renk var mıdır?


Nedir aşk, mavi okyanus dinginliği mi,
Yoksa kor bir alev sıcaklığı mıdır?

Aşk ateşini su bile söndüremezken,
balıkların aşkı sanki daha mı yangındır?


Aşk ateş olup sevdalanmak mıdır,
Yoksa balık olup sevdaya tutulmak mıdır?


Rüzgar alevi harlayıp, denizleri dalgalandırırken,
Hala ateş ve balık birbirine aşık mıdır?

TEK BAŞINA


Palmiyeler'in olduğu her yer bana İzmir'i anımsatır. Her neresi ve nasıl olursa olsun çok severim o şehri. Palmiyeler 'in arasından bir de denize açılıyorsa manzara, bir kat daha severim.

İzmir'de Üniversite'de Çevre Ekolojisi dersinde palmiyelerin biyolojik olarak ağaç değil de ot olduğunu öğrendiğim gün 'şehrin her yanını otlar sarmış meğer' demiştim. Otların babasıymış meğer palmiye.


Ot deyip geçmemek lazım, zira 5 dk kaynatılarak hastalıklara iyi gelmeyen ot yok herhalde. Türk değil miyiz her otun da suyunu çıkarır içeriz.

Kaynayınca birşeye yaramayan tek ot palmiye sanırım. Zaten de yaramasın, ömürlük değil seyirlik olsun bazı şeyler. Otun ottan farkı olduğu gibi eşyanın da eşyadan farkı olsun.

Bir kere para verelim ömür boyu kullanalım diye alıp suyunu çıkarana dek kullanmayalım mesela. Sonra da yeni modelleri görünce vitrinin önünde dikilmeyelim hüsranla.
Bazen de görmekten, kullanmaktan zevk aldığımız için sevdiğimiz renge modele para verelim paramız yetiyorsa.

Ot gibi suyunu çıkarmadan, palmiye gibi belki tek başına ama mesela deniz kenarında keyifle yaşayalım ömrümüz varsa.

Tuesday, April 28, 2015

GİBİ GİBİ DÜNYA


Eskiden annelerimizin kullandığı Kıbrıs'tan gelen yeşil rujları vardı, sürünce kırmızı olan. Karpuz misali dışı sert ve yeşil ama, içi tatlı ve kırmızı. Hediye kutular vardı içi boş sandığımız, açınca içinden yüzümüze doğru kukla fırlatan. Tek tip telefonlar vardı, zilini hepimiz aynı bildiğimiz, ancak açınca arayanı öğrenebildiğimiz.
Gelen aşk mektuplar vardı, yolunu dört gözle beklediğimiz, ancak okuyunca heyecanımızı dindirebildiğimiz.
Mektubun cevabı gidene kadar bitmeyen derin aşklar vardı, adına sevda dediğimiz.

Ne çok bilinmezlik vardı eskiden hayatımızda ve daha çok beklentimiz. Sürpriz çok şey vardı yüreğimizi ağzımıza getiren, birçoğunu mutluluk bildiğimiz...

Şimdi ise dudağımıza daha değdirmeden nasıl duracağını bildiğimiz milyon çeşit ruj var, yine de nemrut ifadelerimizi gizleyemediğimiz. Arayanı çalan telefon sesinden bile tanıyıp konuşmak istemediğimiz akıllı telefonlarımız var, sesimizi duyunca mutlu olacağını bildiğimiz insanları bile aramayı akıl edemediğimiz. İki gülünce mutlu sandığımız, içi kan ağlayan insanlar var yakınımızda, dertlerini bile bilmediğimiz, pek çoğuna arkadaş dediğimiz. Gözlerimizin içine bakınca, sevdiğini sandığımız erkekler var, aynı anda kaç kadına mesaj gönderdiğini tahmin etmediğimiz. Ölene dek severim diye sevdalandıklarımız var, bir kırıcı lafı ile adamlıktan erkekliğe indirgeyebildiğimiz...

Eski gibi yeni gibi, içimizde taşıdığımız iki "ben" gibi, iyi gibi kötü gibi hayatın iki evresi. Düşmanını sen gülerken ağlatan, ağlarken güldürten bir film gibi. Dışardan bakana sanki kendisinde hiç yok gibi, hâlbuki herkesin önündeki bir ayna misali, hayatımız iki perdelik "gibi gibi" adlı bir tiyatro oyunu sanki...
 
27/03/2015

AZ ÖZ ÇOK

Bazen birine dünyaları versen yaranamazsın, ama birine usulca dokunursun, O'nda kocaman bir dünya yaratırsın...
Az ne kadar çoktur, Çok ne kadar azdır, kim bilir? Bir çocuk 'ama bu çok büyüüüük' diye sevindiğinde, biz çocuğun ne kadar çok sevindiğini tasavvur edebiliyor muyuz gerçekten? Arkadaşımız 'çok üzüldüm' veya 'çok sevindim' dediğinde peki? Ya sevdiğiniz adam bir gün gidişinize şaşırırken siz 'çok bekledim' dediğinizde veya aşık olduğunuz kadının başkasına aşık olduğunu bilerek 'ama ben seni çok sevmiştim' diye iç geçirdiğinizde, Onlar gerçekten az da olsa hayal edebiliyorlar mı aslında 'ne kadar' demek istediğinizi?

Birey olarak evrene kıyasla miniminnacık varolmuş bir ışıkken, çok istediğimiz "şey" ler, koca evren için aslında ne kadar az'dır.

Ya bize taşıyamayacağımız kadar çok ağır gelen acılarımız, üzüntülerimiz? Hani dilemez miyiz Allah'tan "bana taşıyamayacağım yükleri verme" diye, aslında bu sonsuz varoluş içerisinde, yaratan için kimbilir ne kadar da azdır...o zaman "Allahım bana neden bu acıyı verdin ?" diye sormak ne kadar da anlamsızdır...

Çok yoksunum dediğimiz herşey, aslında evrende ne kadar da çoktur. Senin az dediğini, kim bilir karşındaki ne çok hayal eder, çok dediğini ise kim bilir ne kadar hafife alır...

O yüzden belki de bir şeyi çok isterken, ne kadar ve ne derece çok istediğimizi görece, kendi ölçülerimizle, sayıca, tarifi ile çok net istemek lazımdır ki, zaten evrende bol miktarda hazır bekleyen hali ve bereketi ile bize gelsin...
 
Peki Sevgi'nin azı çoğu var mıdır ? 

Bence Sevginin kabı, Sevmenin şekli yoktur. Öyle ise, çok sevgi istemek neye göre revadır? az ya da çok sevilmişiz, bu sadece bizim algılamamızdır. Az ya da çok sevilmek isteriz, bu yine bizim kararımızdır. Yani kısaca sahip olduğumuz egomuz, çok net olarak bizim algımızın tartısıdır. 

Öyleyse bazısı dünyayı başımıza yıkmış, kantarın topuzunu yerinden söküp atmış, hakkımız yenmiş, kandırılmışız, bu ne kadar kötüdür? Bence biz izin verdiğimiz kadardır, o yüzden çok da önemsemeyip, aslında affetmeliyizdir. Ya da birinin bütün dünyası olmuşuz, yalnızlık çekmiyorsak, iş yerinde haksızlığa uğramıyorsak, değer görüyorsak ne kadar güzeldir? Tabii ki bizim anladığımız kadardır, tabii ki çok kıymetini bilip kaybetmemelidir, hatta karşılık verip çoğaltmalıdır...
 
Az çok değer verip severiz de bu bize az da olsa ne ifade eder; aksine yerlere göklere sığdıramayıp çok değer verip severiz de karşımızdakinin gönlünü ne kadar çok fethederiz?  Aslında çokca sevdiğimiz ve bildiğimiz kadar, az biraz da olsa karşımızdakinin hissedebildiği kadar...

Az da olsa, çok da olsa, Sevgi varoluşun derinliklerinden, yani Öz'den gelir. Bana göre bu Öz'ü bizim gibi hisseden ve bizim gibi algılayan kişi, ÖZeşimizdir. Özeşin iyisi kötüsü olmadığı gibi, azı veya çoğu da yoktur, ÖZeş tamdır,  olduğu kadarı zaten senin tamlayanındır, bana göre dünyalar kadar çok, uzay kadar engindir, heryerdedir, her duyguna dokunur; olduramadığın kadarı ise zaten hiç var olmamıştır. O yüzden ÖZeşin ile aranda egonu bastırabilecek, nefsini susturabilmeye yetecek kadar sonsuz sevgi, kabulleniş, affediş, saygı, barış ve huzur vardır. Az veya Çok boyut değiştirir, TAM'a dönüşür, sonsuz olur aranızda. Öyle ki, ÖZ'ün Sevgi de olsa Korku'da, kaynağınız aynıdır, ve bu kaynak kardeşliği aranızdaki sırrı yani sadece ikinizin paylaşabildiği sonsuz BİR'liği oluşturur. Aynı tasavvuf inancındaki bir Nur'un kendi ışığının aynını diğer bir Nur'da görebilmesinin sırrının, yine Nur'un kaynağından gelen tutku ile olması gibi...

Çoğumuz çokça zaman boyunca Özeşimizi ararız, onu bulunca tam olacağımızı biliriz, o yüzden hatta tastamam hayaller kurar belki O'nu ömür boyu bulamama korkusundan, en çok sevdiğimizle bir an önce BİR olmak isteriz de, bu bazen BİR olmaktan daha çok, ne yazık ki az bir birliktelik ‘ten öteye geçemez, çok da hırpalar bizi. Birlikte oluruz, bazen çok beğenir adına aşk deriz, hatta çok mutlu eşler olup evlilik bile yaparız, kendi aramızda bunun adını ruh eşi, ruh ikizi koyarız ama maalesef bir zaman sonra ruh sapmasına uğradığımızda, ne eş kalır ortada ne de ikizimiz...

Oysa ruhumuzu yani aslında gerçek özümüzü bulduğumuzda çok iyi tanıdığımızda, az kalmıştır TAMlanmaya, O'nunla BIR olmaya. İşte söz konusu iki kişilik ilişki de olsa, herşeyin sebebi dönüp dolaşıp yine bizi, en çok kendimizi bulmakta...

Biz az çok ne isek, neyi kabul eder ve ne kadar görür isek, hissettiğimiz ve aldığımız o kadardır. Ne kadar sever isek, yaşadığımız o kadardır.

Şairin dediği gibi, aslında Sevmek ne uzun kelime...İçimize yaptığımız yolculuk da çok uzun bir yol sevgiye benzeyen. Sevmek bazıları için az bulunan, kimilerince çok çabuk tüketilen, bana göre çok meşakkatli bir mesele...

Sevmek aslında az çok sabır, az deli cesareti isteyen, çok derin bir mesele...İçimizde hissettiğimiz çok az bir Sevgi bile olsa, Sevmek öyle mi, dönüp dolaşıp ucu en çok bize dokunan bir mesele. Az da olsa, çok da olsa, içinde Sevgi geçen en kötü eylemden bile en çok kendimizi sorumlu hissettiren bir mesele. 

Gönül bir kere sevmeye görsün, tüm duygular, en çok korku üzülmekte, tersine gönül bir kere artık sevmediğine karar versin, en çok özgüven törpülenmekte...

Sevmek işte bu yüzden duygular taarruzunda galip çıkmaya çalışan çok çetin bir mesele. Sevmek, Seven ile Sevda'sı arasındaki az veya çok, Sevgi'den de bağımsız tek mesele. Öyle ki az imiş veyahut çokmuş önemi olmayan, tastamam bizi kendimizden özgürleştirebilen, hesabını kendimize az veya çok vermek zorunda olmadığımız tek mesele...

O yüzden birini çok sevip mutlu edememişiz, çok sevmişiz ama O az kıymet bilmiş, karşılık vermemiş çok umurumuzda olmamalı, çünkü sevmek gerçekten tek kişilik bir mesele. 

Öyleyse, az çok matematiğime göre, sevginin azı çoğu olsa da, sevmek değil midir esas olan, yani Az Çok kendimiz değil miyiz bu evrende esas kahraman? Daha çok sevgi isterken kendimizi veya bir başkasını daha çok sevmek gerek değil midir, az da olsa bizi Bir'e TAMamlayan ?

24/11/2014